16 Kasım 2009 Pazartesi

YoungGuns'ta 30 saat nasıl geçirilir?


Takvim, sürecini hiç aksatmadan yolunda ilerliyor.



14 Kasım sabahı saat 10:00'da adı gibi çalışma ortamından ziyade üretim ortamı olan Prject House'un, o içerisinde 100+ saat kalabileceğim ofisinde 25 YoungGuns, organizatörler ve misafirler toplandık.

Hakan Bey'in briefi ile startı vermiş olduk. Briefte sözü geçen "yaratıcı", "sorumluluk sahibi", "tutkulu" iyi kazındı aklıma. Orada aktif olarak geçireceğimiz 30 saat içerisinde ne yapmamız gerektiğini ve 30 saatlik sürecin sonunda ortaya çıkardığımız ürünü sunmamızı istiyorlardı bizden.

Tanımadığım 4 kişi ile "Right Click" odasına geçtik. Önümüzde kalem kağıt. "Peki ya internet? İnternetle alakalı bir çalışmada internetin kullanılmaması neden?" şeklinde sorular soruldu tabi. Anladık pek tabi bizden araştırmacı ya da terminoloji niteliğinde bir sonuç beklemediklerini. Ve aldık kalemleri başladık karalamaya. 30 saat boyunca.

Yapmamız gerekenleri sürecin sonunda yapmamamız gerekenlerin sonucu olarak daha iyi anlamış oldum açıkçası.

Şöyleki;

Okulda, işte, sosyal organizasyonlarda, hayatın çoğu yerinde tanımadığımız kişilerle, ortak bir şey için birarada bulunacağız. Ortamda daha iyi anlaşılmanın yolunun önce iyi anlamaktan geçtiğini.. Dinlenilmenin yolunun da dinlemekten geçtiğini tecrübe edindim sabitledim.
Sürekli kendini ifade etmeye çalışmak, "ben..." ile başlayan cümleler kurmamak gerektiğini bu ikna çabasının boşa olduğunu keşfettim..

İyi bir sonuca olumlu cümlelerle başlanılması gerektiğini... Süreç böyle, olumlu bir cümlen varsa ve onu uygulamak istiyorsan onu çürütecek cümlelere kulağını tıka. Çünkü o cümle bir başka ve daha iyi bir cümleye dönüştüğünde zaten bir önceki değeri yok edecek. Ama baştan yok edilirse üstelik başkalarınca, iyi bir fikrin önünü kapatır. Gördüm, mümkün olduğunca dışardan gelen sesleri dinledim ama ne "şunu yaparsanız daha iyi olur" cümlesini aynen uyguladım ne de "şunu yapmayın"ı..

Samimiyet.. Bir fikre inanıyorsan ama yeterli bilgin yoksa ve deneyimsizsen o konuda, o fikrini ayakta tutabilecek şeyin samimiyet olduğunu keşfettim.. Karşı tarafa hareketlerinle ve cümlelerinle bu samimiyeti çok rahat bir şekilde aktarabiliyorsun.. Algılanabiliniyor. Kaçmıyor..

Tavşan.. Evet bu methodu sevdim. Geometri sorusu gibi bir şeydi yaratıcılık.. Göremiyorsan, başka açıdan bakmayı dene.. Kes, yapıştır, döndür.. Olmadı mı geç başka soruya sonra tekrar dönersin ona.. Tavşan-horoz methodu da buna benzer bir olgu. Fikir hakkında sürekli aynı bakış açısından yaklaşıyorsan tavşanla veya horozla ilişkisini kur.. Devamında farklı bir şey gelecektir..

Mümkün olduğunca farklı insanlarla konuşulması gerektiğini gördüm.. Onlardan gelen tek kelime sayesinde bile bambaşka boyutta bir olay çıkabiliyormuş. Şahit oldum. Çıktı. Ne kadar iyi, başarılı ona sonra karar verilir, önce bir çıksın da:)

* Bir de şu yapılabilinir miydi bilmiyorum? Tiyatral bir senaryoyla sunuma başlamak istedim. Grupça çürütüldü o ayrı dava ama yine de başlasaydık ne olurdu Danışma Kurulu'nun tepisi ya da iyi ki yapmamışsınız mı derlerdi şimdi merak ediyorum..

** Danışma Kurulu'ndan bir ricam var, heyecanlı değilimdir ama kurduğum cümlenin farkında dahi değilimdir. Ellerimin titremesi sizce fark edilmez belki ama gözüme gözüme girer benim ve onda takılı kalır dururum. Sunum teknikleri adı altında bir eğitime tabi tutar mısınız bu gariban YoungGuns'ı..


*** Aslında biz bu 30 saat boyunca sürekli gözlem altındaydık ya. Bu geçen süreçte bizim de onları tanıma, izleme şansımız oldu. İşte birkaç kelamım :)

Uğur Özmen: Kolay kolay sinirlenmeyen olgun bir tavır. Heyecanlı olan tezcanlı olmazmışın örneği. Ukalalık itici bir sıfat değilmiş meğer dedirten ve bunu çok güzel gösteren. Öğrenciniz olacağım, zor olsa da...

Hakan Senbir: İlk bizi karşıladığından mı bilinmez, bir baba edası tavrı. Birkaç adım ilerisiyle hareket eden, ona göre adımını biçimlendiren, güvende olmayı seven ve bunu hissettiren...

Cüneyt Devrim: Enerjisi 100 metre öteden alınabilen, gözlerine kahverengi kalem sürmesine gerek kalmayan (az uyku bunun için yeterli), yeni/farklı olan her şeyi ilgi alanına alan ve seven...

Serhat Akkılıç: Disiplini ve düzeni seven, az öz konuşan, iyi bir gözlem gücüne sahip, analiz eden, keyfine düşkün sohbeti güzel, işine titizlikle yaklaşan...

Tuğçe Esener: Ayrıntıları seven ve güzelliği orda bulan, kadın ruhunun farklılığını iyi gösteren, biz öğrencilerin öğretim görevlisi dediğimiz kriterleri taşımayan ve titiz fotoğraf çeken...

Sinan Günal: Güçlü izlenime sahip, dediğinden ziyade ne demek istediğini anlayabilen. Sen bir şey derken kendisi o esna da başka birisini de gözlemliyor olabilir...

Devletşah Özcan: Denildiğinde aklıma gelen ilk kelimedir samimiyet. Hep heyecanlı, hep kaşifçi, bir şeyi oluşturmak için kafasına koyması yeterli. Anlaşmak istiyorsan kurrallarıma uyacaksın dedirten...

Yüce Zerey: Akıl oyunlarını seven, konuşurken düşündüren düşündrürken başka şey düşünen...

Cabbar Cem Özdemir: Özgün, sanatsal yaklaşım, derine iniş, farklı boyut kazandırma, ince noktayı yakalama...


-> Bunlar benim izlenimlerim sadece. Haddim olmayan bir sürçü lisana affola.
Kocaman alkış sizlere, farklı bir deneyim kazandırdığınız için bizlere...


He bir de Danışma Kurulu'na nacizane bir teklifim var.

Gelin ben YoungGuns olayım, siz de maaşıma ortak olun...

:):)

2 yorum: