4 Haziran 2014 Çarşamba

Sağır Kurbağa...

Nasihat değil hikâye dinlemeyi seven bir toplumun olmazsa olmasıdır kıssadan hisse'ler...


Şu ara bu hikâye ile haşır neşirim: 

Kurbağalar arasında bir yarış düzenleniyormuş...

Amaç, upuzun bir kulenin tepesine çıkmakmış...
Seyirci kurbağalar ve medya mensuplarından oluşan kurbağalar yarışmacıları seyretmek için toplanmışlar...
Yarış başlamış...
Seyirciler, kurbağalardan hiçbirinin kulenin en tepesine çıkacağına inanmıyormuş...
Ve hep yüksek sesle “vah vah, tüh tüh, hiçbirisi kulenin tepesine çıkamayacak” diyorlarmış...
Kurbağalar birer birer yarışı bırakmaya başlamışlar...
100… 70… 60… 30… 10.. 5… 1…
Sadece ama sadece bir tanesi inatla yarışmaya devam ediyormuş...
Seyirciler biraz şaşkın ama eskisi kadar emin “tüh tüh”lerine devam etmişler…
Kulenin tepesine çıkamayacak, vah yazık...
Sonunda, ısrarla yarışmayı bırakmayan kurbağa, kulenin tepesine çıkmış... 
Kendinden emin şekilde aşağı inmiş
Diğer yarışmacılar, seyirciler, medya bu kurbağanın etrafına toplanmış...
Nasıl başardığını öğrenmek istemişler...
Sormuşlar...
Cevap yok...
Daha yüksek sesle sormuşlar “efendim günde kaç saat çalışarak hazırlandınız” yine cevap yok...
Ve anlamışlar ki, kulenin tepesine, en tepesine çıkan bu kurbağa sağırmış...

24 Şubat 2014 Pazartesi

Hiç'lik Makamı...

"Petrole hakîm olursan devletlere,
Gıdaya hak
îm olursan halklara, 
Paraya sahip olursan insanlığa hakîm olursun."



Diyor Henry Kissinger.

Ne büyük bir söz.
Ne iddalı bir söz.
Ne zahirce bir söz.
Ne cahilce bir söz.

Amr bin Hişam,
Yani Ebû Cehil.
Yani "Cahilliğin Babası".

Cahilliği hiçbir şey bilmemesinden değil.
Aksine öyle çok şey biliyor ki, Ebû'l-Hakem (Bilgeliğin Babası) da diyorlar kendisine.
Cahilliği hiçbir şey bilmemesinden değil.
Cahlliği; o kadar çok şey bilip de, 
Efendimiz'i bilmemesinden...
Yani gerçek Hakîm'i.

Ebû'l-Hakem'i Ebû Cehil eden sebep neyse,
O ilk cümleyi de cahilce etmekte işte.


Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, 

“Hiç kimseyim.”
Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, 
sormuş Hoca: 
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf”ım demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp “Hiiiç.” demiş.
“Daha niye kabarıyorsun be adam," demiş Hoca.
Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:

‘Hiçlik Makamı’ında.


Ne çok savaşmaktayız daha fazlası için.
Hırs adına.
Ünvan sahibi olmak adına.
Güce sahip olma adına.
İktidarlık adına.
Yarışmaktayız,
Mutsuzluk adına.



10 gün boyunca ailemin yanında memleketteydim.
Düşününce, annemin söylediğini:
"Ne yapayım ben hesap cüzdanımdaki sıfırları, hiçbir şey şu keçimin, elimden ekmeği yerkenki bana bakışı kadar mutluluk vermiyor ki..."
Henry Kissinger'dan daha mutlu, daha huzurlu olduğuna eminim.
Ve daha akıllı olduğuna da...


Mustafa Ali...
Hani şu Çocuklar Duymasın'ın filozofu.
Sistemin esaretine dem vurur:



Söylenenleri iyi özümsemek gerek.
Çalışma demiyor.
Gelecekte mutlu olma adına neden ödün verdiğimiz şu anki mutluluğumuz diye soruyor.
"Daha fazlası" denilen şeyin bizin esirimiz olmasından çok, biz onun esiri olmaktayız diyor.

Güzel diyor.

10 gün boyunca ailemin yanında memleketteydim.
Mutluluk neydi hatırlamak adına,
Mutlu olmak adına,
Ne için yaşadığımızı tekrar hatırlamak adına; 
Yaşamdan biraz uzaklaşmak gerek, 
Ya da,
Yaşamın ta kendisine geri dönmek...

Hep olmak için hiç olmak gerek evvela.
Hep'liğe giden yolun hiç'likten geçtiğini bilmek gerek.
Ebû Cehil olmak da biz insanlar adına,
Ebû'l-Hakem olmak da.
Aradaki ince çizgiyi fark etmek gerek.
Bilmek gerek kimin kime hakîm olduğunu.
Hakîm'in kim olduğunu.
Mutluluğun sırrını keşfetmek gerek.


Bu bir keşif yazısı değil diye sızlanıyordum.
Var mıdır son cümleden âlâ keşif:)


tubatirin@gmail.com

12 Ocak 2014 Pazar

İyiler ve Kötüler...

Hayatımdaki en güzel ayrımcılığı keşfettim, iki sene önce, bir filmde...




Bu dünyada sadece iki tür insan vardır:
İyiler ve Kötüler!

Peki,
İyi insanlardan mı korkulur? Kötülerden mi?
Ya da,
İyi insanlardan mı korkmalıyız? Kötülerden mi?


İnsan en büyük zararı iyi insanlardan görür aslında.
Çünkü iyi insanda kendi kötülüğünü görür.
Kötülerle savaşacak güce sahiptir de insanoğlu,
Kendi ile savaşmaya acizdir, cahildir.

"Seni öldürmeyen güç kuvvetlendirir." cümlesindeki güçtür kötüler.
Hırslandırır, kazanmaya mecbur kıldırır, yenilgi kabul ettirmez,
Aksi halde yok ettirir.
Dünya karmaşası içinde fark edilmez ama,
Bu böyledir.

İyilerse insanı vicdanıyla başbaşa bırakır. 
Savaştığı tek şey vicdanı olur insanın.
Sesini bastırmak nafile olur, çünkü her yerden duyulur.
Ve ölmediği sürece insan, kuvvetlenir vicdan.


İyi insanlardan mı korkmalıyız? Kötülerden mi?

Diye sormuştum ya, düzeltiyorum.

Kimden korkmalıyız?

Kendimizden mi? Karşımızdakinden mi?




tubatirin@gmail.com

6 Ekim 2013 Pazar

Savaşın İlk Zayiati Hakikattir...


"Savaşın ilk zayiati hakikattir" 



Savaş ilk önce hakikati öldürür.
Anne olmaya, baba olmaya, evlat olmaya dair her şeyi alır elimizden.
Onu anlamaya çalışırız.
Neden diye sorarız.
Tanıklar, belgeler, ifadeler ararız.
Yaşanan bu dehşetin bi' anlamı olmasını isteriz çünkü.

Ama bulamayız!

Anlayamadığımız her şeyde olduğu gibi ondan da kaçmak isteriz sonra.
Sığınmak isteriz.
Savaş sığınakların olduğunu hatırlatır bize.
Ama gördüklerimizi unutturacak kadar derin bir sığınak kazılamamıştır henüz.

Hiçbi' insan bir çocuğun uykusunu bölmek istemez.
Parmaklarının ucunda yürür,
O masumiyet bozulmasın diye.

Ama savaş en çok uyuyan çocukları sever!

Uyuyan...
Ve uyanmayan çocukları...

Savaş, bize ait olan her şeyi alır elimizden.
Önce hakikati.
Sonra sevdiklerimizi...

(Böyle Bitmesin adlı diziden..)
tubatirin@gmail.com

17 Haziran 2013 Pazartesi

Ben Neyim?


Bilmek istiyorum...
Çünkü;


Gezi Parkı'na ağaç katliamına, yanlışa dur deme hakkına sahip olduğum için gittim; 
Eylemcisin, çapulcusun dediler.

Tencere tavalarla sokağa çıkılarak eylem yapılmaz, boş bir uğraş dedim; 

Desteksizsin, korkaksın dediler.

Başbakanın söylediklerinin çoğuna hak verdim, dinleyin dedim;
Yandaşsın dediler.

Başbakanın sert üslubunu eleştirdim;
Çatlak sessin dediler.

Başörtü taktığımı gördüler;

Yobazsın dediler.

Oturup iki kelam ettiler;
Entelektüelsin dediler.

Türkçe Olimpiyatları'na gidip, eşi bulunmaz bir organizasyon olduğundan bahsettim;
Cemaattensin dediler.

Gaz bombası atanlara, attıranlara, yetkililere görev istismarlarından ötürü kızdım;
Anarşistsin dediler.

Sonra;


Sen Akparti gönüllülüsün, partini, başbakanını savunsana dediler.

Senin Akpartili çevren çok, onlara doğru yolu göstersene dediler.

Sen hassas, duyarlı kişi idin, Olaylar hakkındaki hassasiyetini yazsana, dikkatleri çeksene dediler.


Dediler de dediler...


Velhasıl-ı kelam...

Ez cümle gelir Fuzuli'den


"Kime selam verdim ise rüşvet değildir deyü almadılar"

(Bkz: Şikayetname)




tubatirin@gmail.com

19 Mayıs 2013 Pazar

Biraz Samimice, Biraz Ben'ce…


Keşif yok bugün,
Resmi bir yazı yok,
Biraz samimice yazmak istediklerim var...
Biraz da belki ben'ce...


Her Şey Kaan Murat Yanık 'ın yeni bir programa başladığını sosyal medyadan duyurması ile başladı...

Pandomim...
Konuk olmak istiyorum dedim...
Hay hay dedi...

Başörtü konusunu konuşalım dedim...
Klasik konu olsa da...
Hep bir merak çünkü aslında...

Kamera karşısında çok acemi olan ben, heyecanlandım elbet...
Doğaçlama olacaktı bir de sohbet...
Amacımız ahkam uzmanlığı yapmak değildi nihayetinde...
Sadece şimdiye kadar ki söylemek istediklerim şeylere açılmış fırsatı değerlendirmekti...


Yaklaşık 2 sene oldu kapanalı...
Aklıma yatmayanı kalbime sığmayanı kabul etmeyenlerdenim ben de...
Bu yüzden;
Bilinçli bir kapanmaktı benim ki, neden kapandığımı bilmekteydim zira...
Ne yaşam tarzım değişti, ne yapmak istediklerim...
Arkadaşlarımı kırmamak amaçlı akşam partilere giderdim,
Arkadaş çevrem kendiliğinden değişiverdi...
Hiç alkol kullanmadım, buna rağmen, gelen teklifler olurdu, derdimi anlatamazdım...
Şimdi teklifler kendiliğinden gidiverdi...
Kapanma amacına baktım ayetlerde; kadınlara sarkıntılık olmasın, incinmesinler diye yazıyordu...
Evet gelen yaklaşımlardan inciniyordum,
Şimdi bakışlar farklılaşıverdi... 

Onlarla birlikte çalışıyorum, tartışıyorum, konuşuyorum ama aramıza artık daha bir mesafe girmiş oluyor.
İşte gönüllü bir tercih ile birlikte gelen huzurdu bu...

Ve kadın...
Doğuda yemenisi ile,
Batıda döpiyesi ile...
Anadolu'da elleri kınalı,
Avrupa'da ise ojesi ile...
Hep süslü...
Hep beğenilme içgüdülü...
Yani ne olursa olsun kadın...
Kapalısı ile, açığı ile...
Aynı isteklere, aynı beğenilere, aynı arzulara sahip...
Kadın...

İslami yaşam tarzını benimseyen herkes dinini mükemmel yaşamakta diye bir durum söz konusu değil...
İnsanın başörtülü olması, zaaflarına engel değil. 
Başının örtülü olması, ahlaklı olmasının tek göstergesi de değil.
Biz öyle olsun istiyoruz o ayrı...
Ve hatta bunun için çaba göstersek de bizim de yanlışlarımız olmakta...
Bu bir seçim...
Yine de insanoğlu nefsi bir varlık...

Ayşe Böhürler'in çok güzel bir sözü vardır kapalı kadınlar adına konuşarak:
"Siz şeytan değilsiniz biz de melek"

Aynen öyle...

Daha çok söylenecek sözler var,
Söylemek istediklerim var...
Başlangıcı yapıldı ya;
Gelir gerisi...

Teşekkürler Kaan,
Ve Pandomim,
Pandomim ekibi...




tubatirin@gmail.com

3 Ocak 2013 Perşembe

Otur! Düşün Önce…



Düşünmenin bir onuru vardır...
Çok telaşlı düşünüyoruz; yürürken, yolculukta ya da diğer şeylerde...
Düşünce hıza dayalı değildir...
Düşünce gelince yolun ortasında da olsan otur, saatlerce keyfini sür...
(Şems-i Tebrizî)

Birkaç sene önce okuduğum kitaptan aklımda kalan bu paragraf beni bu yazıyı yazmaya itti.

Çünkü;
Bana kalırsa düşünce bir zihinsel eylemdi.
Yürümek, yolculuk etmek ise fiziksel eylem.
Ve bunlar ikisi birleştiği anda bir bütünlük kazanmakta idi.

Oturdum düşündüm.
En çok ne zamanlar düşündüğümü düşündüm.
Bu yazıyı yazma fikri dahi ne zaman aklıma gelmişti.
Ne zamanlar en iyi proje fikirlerini kurguluyor,
Blog başlığını ve konusunu ne zamanlar buluyordum.

Sahiden hiçbir şeyle uğraşmadığım vakit mi geliyordu o ilham perileri,
Yoksa başımı kaşıyacak vakit bulamadığım zaman mı çağırıyordum.
Veyahut, rutin işlerin arasında birden parlayıveriyor muydu düşünce ampulu?

Oturdum düşündüm.
En çok evi süpürürken, duş alırken ve yolda yürürken düşündüğümü fark ettim.
Ve dahası kendimle konuştuğumu da...

Fizik çok zihni yormayan bir işle meşgul olurken,
O işle omurilik soğanını oyalarken,
Zihin hep bir arayış içerisine girmekte...

Eski anılar, eski düşünceler hep o anda canlanmakta...
Yeni yazılar, yeni fikirler hep o işler arasında belirivermekte...

Oturdum düşündüm...
Ve fark ettim...
Fark ettikçe, 
Daha çok evi süpürür,
Daha çok duş alır,
Daha çok yürür buldum kendimi...

Oturdum düşündüm!

En çok hangi zamanlar düşündüğünü...
Sen de otur, düşün önce!



tubatirin@gmail.com





30 Kasım 2012 Cuma

Semaverin Bağrı Ateş, Çayı Saki'nin Kanıdır...

 Semaverin bağrı ateş, çayı saki 'nin kanıdır...
Çay şifa, semaver şifa-sazdır...



-  Derviş, ben çay demlemeyi bilmem...

-  Semaverin suyuna dikkat et, iyi çay iyi sudan olur. Her çay aynı türlü demlenmez, cinsine göre tutar kararını. Ama her zaman geçerli bir usul istersen, çaydanlığa kuru bir çay koy önce. Üzerine kaynar su kat semaverin çeşmesinden, döndüre döndüre. Sonra semaverin üstüne koy demliği. Vakte riayet et. Suyu, kaynamadan önce demliğe alma. Ateşe doğrudan temas ettirme. Ateşle demliğin arasında buharlık bir mesafe kalsın. Semaver usul usul yanarken su kaynasın. Buhar çıksın ki çay demini alsın, kıvama gelsin. Porselen demliği önceden ısıt. Demliğin sapı ısınmadan demleme. Demin zamanını kaçırıp çayı acılaştırma. Çay geceye yaraşır, geceyi kaçırma. Bütün bu işlere abdestsiz, besmelesiz başlama. Çay doldururken "Allah" demeyi unutma. Semaverde susan ateşi harlamayı, eksilen suyu tamamlamayı unutma. Ama deme dokunma. Üstüne su alma. Demlikte kararınca tut çayını ki yarı yolda kalma. Bittiğinde de yeni çay demle. Bir de, Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri'nin çaya nazarı duası vardır. O nazarı anmadan, o duayı mırıldanmadan demliği semaverin üzerine oturrma. (*)


"Kimselerin aklı ermez
Çay sohbeti hikmetine
Çünkü ezelde uğramamış
Mürşidin ülfetine"

-  Peki, demliğe ilave ettiğim suyun miktarını nasıl ayarlayacağım?

-  İşte o... O tamamen sana kalmış. Ona sen karar vereceksin. Ve çayın miktarına en uygun su miktarını kestirebildiğinde sen de çay da demlenmiş demektir.

Bu sohbetin, bu cezbenin, bu zikrin, bu meclisin, bu semanın ortasındaki semavere bakınca çaydan gelen neşvenin meyhane ehlinin neşvesinden geri kalmadığını, onların mey içerken hissettiğini bunların çay içerken hissettiğini düşündü. Teşbih hatalı kaçtı diye geçirdi içinden utanarak. Bu çay meclisi teşbih edilemeyecek kadar tertemizdi...

(*): Allah kıyamete kadar buna revac versin diyerek çay nimetini işaret etmiştir.

Nazan Bekiroğlu / Nar Ağacı